Tarımsal üretim insanlık tarihinin en eski üretim faaliyeti olması yanı sıra dünyanın ilk ve köklü politikaları da yine tarım alanında geliştirilmiştir. Geçmişten günümüze insanların sosyal yaşamlarını değiştirip şekillendiren farklı unsurlar, gelişmeler görülür. Bu etmenler insanların gündelik hayatındaki alışkanlıklardan tutun da toplulukların yapısını, örf ve adetlerini, sosyal ve ekonomik alış-veriş yapısını kökten değiştirecek düzeyde olmuştur. Tarım, yaşamın kaynağı olması nedeniyle insanlığın var oluşundan bugüne büyük önem taşımıştır ve yaşam devam ettiği sürece de bu önemini koruyacaktır.
“Bilgi Toplumu” olarak tanımlanan günümüz topluluk yapısına kadar insanlık tarihimiz pek çok süreçlerden, gelişmelerden ve değişimlerden geçmiştir. Günümüz toplum yapısına gelinceye kadarki süreçte iki temel olayın etkisinin olduğunu söylemek mümkündür. Bunlardan ilki, milattan önce ortaya çıkan ve avcı-toplayıcı toplumların yerleşik hayata geçerek gıda bitkileri ve hayvan yetiştiriciliğine dönüşmelerini sağlayan tarım devrimi, ikincisi ise 17. yüzyıldan sonra nüfusun çoğunluğunun tarımla uğraştığı, toplumları mal ve hizmet üreticisi konumuna sokan Sanayi Devrimi’dir.
Özellikle tarım devriminden sanayi devrimine geçiş sürecinde değişen toplumsal düzen yapısında, kapitalizmin güçlü etkisi ile değişim ve gelişimden fazlasıyla yararlanabilen bir kesimin yanı sıra bunlardan yararlanamayan sosyal sınıflar da ortaya çıkmıştır. Bu durum sanayileşme ile birlikte ikiye bölünmüş bir sınıfsal yapı oluşmasına sebep olmuştur.
İlk insan davranışları ve ilk toplum düzeni üzerine yapılan araştırmalar, Taş Devri döneminde yaşanılan hayatın sanıldığı gibi zor olmadığını göstermiştir. Günün belli zamanlarını beslenme ihtiyacını gidermek için ve geriye kalan zamanda gezi veya eğlence gibi aktivitelerde bulunulduğu, hatta orijinal bir bolluk toplumu olduğu, bu bolluğun ise azla yetinmekten kaynaklandığı belirtilmektedir. İlkel toplumların azla yetinmesi ve boş zamanın kalması neticesinde çeşitli aktivitelerde bulunulabilmesi mümkünken, tarım ile uğraşan toplumların yoğun mesailerinden dolayı sosyal ve sanatsal faaliyetlerinin daha az olması anlaşılabilir bir durumdur.
Herhangi bir iş bölümünün ve işbirliğinin olmadığı ilkel toplumda toplumsal yapının, erkeklerin fiziki güçlerinden kaynaklanan statü farkı olarak şekillendiği tahmin edilmektedir. Toplayıcılıktan avcılığa geçişte ise ekonomik bir işbölümünden söz edilebilmek pekâlâ mümkündür. Erkeklerin avcılık, kadınların ise toplayıcılık yaptığı ve erkekler arasında da avcılığın işbölümü ile gerçekleştirildiği düşünülmektedir.
İnsanların biriktirme yerlerinde toprağa dökülen tohum, yumru ve köklerin yeni bitkilerin meydana getirdiğini fark etmeleriyle birlikte, toplama yoluyla elde edilemeyen ürünleri yetiştirmeye çalışmışlardır. Bu süreçte insanlar tüm gün yiyecek aramaktansa bitkileri toprağa ekerek devamlı olarak yerleşik halde besin elde edebileceğini fark etmişlerdir. Böylece ilkel tarım başlamıştır. İlkel tarım elle dikim, sopayla dikim, ocak açma suretiyle dikim, çapa ile dikim olmak üzere farklı zamanlarda ve farklı şekillerde yapılmaya başlamıştır. İnsanlar, var oldukları ilk günden beri, binlerce yıldır sürdürdükleri göçebe avcı-toplayıcı hayat biçiminden yerleşik-üretici yaşama geçtiler, çünkü ekim ve hasat aynı yerde uzun süre kalmayı gerektiriyordu. Olasılıkla, uzunca bir süre her iki yaşama biçimi de beraberce götürüldü, ama sonunda, günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önce yeryüzünde tarım yapılan ilk insan köyleri güneydoğu Anadolu’da ve kuzey Suriye’de görülmeye başladı. Suriye’deki Abu Hüreyra ve Türkiye’deki Cafer Höyük, Çayönü, Nevali Çori gibi arkeolojik ören yerleri bu ilk tarım köyleri arasındadır. Bundan sonraki 1500 yıl içinde de buğday tarımı Ürdün Vadisi’ndeki Beidha ya doğru güneye, İran’daki Jarmo ve Ali Kosh bölgesi olmak üzere doğuya ve Orta Anadolu’daki Aşıklı Höyük, Can Hasan III ve Çatalhöyük’e doğru batıya yayıldı.
Hindistan’da M.Ö. 7000’lerde rastlanılan tarım, yaklaşık 2000 yıl sonra da diğer Asya ülkelerinde görülmektedir. Yine bu dönemlerde Nil Nehri çevresinde tarımsal yapılara rastlanmaktadır. Mısır ve çevresindeki önemli su kaynakları ve ılıman iklimin mevcut olması tarımın burada daha üretken olmasını sağlamıştır. Yine aynı dönemlerde Mısırlılar Nil’in taşma dönemlerini hesaplamış ve ürünlerinin telef olmaması için çeşitli matematiksel formüller ve geometrik hesaplamalar geliştirerek önlemler almışlardır. Mezopotamya’da ise Şatt-ül-Arap ve Basra Körfezi çevresinde uygulanan tarımsal faaliyetler, ilk kez Sümerler tarafından yapılmıştır. M.Ö. 5000’lere denk gelen bu süreç, zamanla diğer Mezopotamya uygarlıklarına yayılmıştır. En önemli ürünleri; buğday ve arpa, evcilleştirdikleri başlıca hayvanları ise; koyun ve keçiydi. Tarıma başlamış olan bu insanlar toprağı işleyebilmek ve ürünü hasat edebilmek için bir takım aletlerden yararlanıyorlardı. Yapılan araştırmalarda Fırat ve Dicle nehirleri arasında ahır hayvanlarının kemikleri bulunmuştur. Bu da, bölgede hayvancılığın da yer edinmiş olduğunu göstermektedir. Neolitik dönem çiftçileri ürettikleri tahılları ve öteki malları depolamak için sepetler ve kilden kapılar da kullanmışlardır. İnsanları hayvanları tutabilmek ve öldürebilmek için gerekli aletleri yapmalarıyla bu dönem başlamıştır. Bu dönemde insanlar, hayvanların göç mevsimlerini takip ederek, o bölgelere gitmişler ve bu sayede hayvanları daha da yakından tanıma fırsatı bulmuşlardır. İnsanlar hayvanları devamlı olarak takip etmekten belli bir süre sonra bıkmışlar bu sebeple de öncelikle kümes hayvanları olmak üzere, keçiler, domuzlar, deve, at, eşek, sığır gibi hayvanları evcilleştirmişlerdir. Aynı dönemde Amerika kıtasında ki yerliler de basamaklı teraslar aracılığıyla And Dağları başta olmak üzere tarımsal faaliyetlere başlamıştır. Güney Amerika’nın Büyük Okyanus kıyılarında yapılan kazılarda, tütün, patates, fasulye, biber, domates, balkabağı gibi tarımsal ürünlerin kalıntılarına rastlanmıştır. Yine Antik Yunanistan ve Antik Roma dönemlerinde de tarımsal faaliyetler göze çarpmaktadır. Zeytin, pamuk, mısır gibi Akdeniz bitkilerini yetiştiren Yunanlılar, toprakların azlığı ve fakirliği nedeniyle bu alanda çok ileri gidememiş, Romalılar ise tahıl ürünleriyle ticaret yapmışlardır
İlkel toplum döneminin en önemli kilometre taşlarından biri tekerleğin icadıdır. M.Ö.3400 yıllarında Karadeniz yakınlarında tekerleğin kullanıldığına dair kanıtlar bulunmaktadır. Tekerleklerin ilk olarak tarım ürünlerini nakletmek amacıyla kullanıldıkları tahmin edilmektedir.
Yabani formdaki bir bitkinin kültüre alınması, söz konusu bitkinin verim, lezzet ve kalite unsurlarıyla insanların tüketimine uygun hale getirilmesi ile yabani özelliklerinden arındırılmasıdır. İlkel topluluklarda insanların bu bilgiye sahip olduğu söylenemez. Ancak bazı doğa olayları, insanların doğayı gözlemlemesi ve sebep sonuç ilişkisi kurması kendi besinini üretme fikrini ortaya çıkarmıştır. Meyveyi tohumu ile birlikte yiyen, tohumun acı olması sebebiyle çiğneme işlemi yapmadan yutan ve bağırsaklarında filizlenen tohumu kilometrelerce uzaklıkta dışkısı ile bırakan hayvanların varlığı birçok meyvenin yeryüzüne dağılmasını sağlamıştır. Yine aynı yöntemle bu hayvanlar, tohumu olan meyvelerin en kaliteli gene sahip olanını tercih ederek, iyi ürün veren ağaçların yetişmesine bilmeden yardımcı olmuşlardır. Tarım ve hayvancılık ile ilgili olarak hiçbir bilgisi bulunmayan ilkel insanların bitki evcilleştirmesini gerçekleştirmesi Neolitik Çağ’ın en belirgin özelliği ve insanlık tarihinin dönüm noktasıdır. Bilinen ilk mısır koçanın 1,5 cm, yaban elmalarının çapının 2,5 cm olduğu düşünüldüğünde besin üretiminde gelinen nokta oldukça önemlidir.
Eski dünyada ilk tarım bitkisi çeşitlerinden bazıları buğday, arpa, bezelye, mercimek, nohut, keten bitkisi, pamuk, misk kavunu ve balkabağıdır. Nohut ve buğdayın ise ilk olarak Türkiye’nin güneydoğusunda evcilleştirildiği belirlenmiştir. Dünyadaki tarım ürünlerinin yıllık hacminin %80’ini sadece bir düzine tür oluşturmaktadır. Buğday, mısır, pirinç, arpa, şeker kamışı, şeker pancarı ve muz bunlardan en bilinenleridir. Dünyadaki insanların tükettiği kalorinin yarıdan fazlası ise tahıllardan elde edilmektedir. Günümüzde evcilleştirilmeye değer bir türün bulunmaması eski insanların evcilleştirmeye değer tüm türleri keşfettikleri anlamına gelmektedir. Bitkilerin ıslaha alınmış olması, tarımsal ürünlerin üretiminin insan sağlığına etkileri de Neolitik döneme ilişkin kazılarda bulunan diş ve kemik fosillerine yönelik incelemelerde tespit edilmiştir. Hububat ağırlıklı beslenmeye yönelik olarak, diş çürüklerinde artış olduğu, hububat tanelerinin fazla öğütülmemesi sebebiyle diş taşlarının oluşmadığı, gerek bebeklerde gerekse yetişkinlerde demir eksikliği bulunduğu ve protein açısından yetersiz beslenme bu tespitlerin bazılarıdır.
Tarımın ilkel toplumun hayatına girmesi ve nüfusun artmasıyla birlikte daha verimli alanlar, sulama imkânları ve uygun iklim arayışı ihtiyacı doğurmuştur. Üretime uygun bulunan bitkilere ait bilgiler topluluklar arasında aktarılmasıyla, zamanla tarıma dayalı üretim biçimi, dünyanın büyük bir bölümüne yayılarak genel bir yaşam tarzı haline gelmiştir. Bununla birlikte yarı kurak bölgelerde göçebe-sürücü topluluklar varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Bu bölgeler arasında Kuzey Afrika, Orta Asya, Arap Yarımadası Güney ve Doğu Afrika’nın ve Sudan’ın kurak bölgeleri sayılabilir.
İnsanlığın iktisadi tarihi ile ilgili araştırmalarda iki yaklaşım öne çıkmaktadır. Birinci yaklaşım toplumların gelişimini iki devrimle açıklamaktadır. İlk devrim M.Ö.8000. yılda gerçekleşen TARIM DEVRİMİ, ikinci devrim 18.YY’da gerçekleşen SANAYİ DEVRİMİ dir. Toplumların gelişimini iki devrimle açıklayan bu yaklaşımda, ilk devrim tarımın keşfedilmesiyle başlayan bir süreçtir. Güneş, su ve ekilebilir açık arazı açısından elverişli bölgelerde yaşayan ilk insanlar doğal çevrelerinden daha fazla yararlanacakları bilgiye ve tecrübeye ulaşmışlardır.
Avcılık-toplayıcılıktan tarıma geçiş bir tercih değil, zorunluluklardan dolayı olduğunu söylemek mümkündür. İlk insanları yeni bilgi ve tecrübeye ulaştıran ve onları yeni kaynak arayışına yönlendiren zorlayıcı nedenlerden birisi, nüfus artışıdır. Buna göre doğal çevresini keşfedemeyen ve sınırlı bir alanda yaşayan ilk insanlar artan nüfusun beslenme ihtiyacını karşılamak için arayışa girdiler ve bunun sonucunda toprağı işlemeyi keşfettiler ve hayvanları evcilleştirdiler. Hiç şüphesiz bu evcilleştirme, o toplumun yerleşik kültürünün yönelimleri tarafından belirlenmişti.
Tarımdan geçimini sağlayan insanlar beslenmek için daha fazla yiyecek üreterek doğal çevreden daha fazla yararlanmaya başladılar. Artan bilgi birikimi ve tecrübe, toprağı işleyen ve geçimini tarımdan sağlayan toplumları ortaya çıkardı. İlk insanlar hangi sebeple olursa olsun topraktan geçimini sağlamayı öğrendikten sonra beslenmek için av hayvanlarını izlemeyi ve iklim değişikliklerinden korunmak için yer değiştirmeyi bıraktılar. Göçebe yaşamı devam ettiren toplumlar da oldu ancak tarımın keşfedilmesiyle göçebe unsurlar yerleşik toplumlar karşısında azalmaya başladı.
Tarım, insanlığın yerleşik hayata geçişinde önemli bir rol üstlenirken, zamanla toplumları ve devletleri ortaya çıkardı. Yerleşik hayata geçilmesiyle küçük yerleşim birimleri kuruldu. Basit köy yerleşimlerinde tarımdan elde edilen fazla üretim, diğer ihtiyaçların karşılanması için mübadeleyi geliştirdi, çiftçilik dışında yeni meslekler doğdu. Çiftçiler, esnaf, tüccar, din adamı, savaşçılar gibi yeni sınıflardan oluşan daha büyük topluluklar, şehir toplumu ortaya çıktı. Kentlerde yaşayan insanların kent dışından gelen tehditlere karşı korunması ihtiyacı, düzenli silahlı güçlerin kurulmasına yol açtı. Tarım devrimi toplumları üretim biçiminden kaynaklanan nedenlerle kendine özgü asiller, köylüler, köle, tüccar gibi sınıflar oluşturdular.
Tarım merkezli toplumsal yapının 18. yüzyılda gerileyerek makineye bağlı endüstrileşme dönemine geçmesiyle toplum alışkanlıklarını ve çalışma hayatını önemli oranda değiştiren sanayi toplumunun temelleri atılmıştır. Özellikle 18.YY’ın son çeyreğinden itibaren endüstrileşme sürecinin hız kazanması, milyonlarca insanın yaşamında pek çok yönden köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Bu süreçte toplumsal tabakalaşmanın ve sınıfsallık biçimlerinin de büyük bir dönüşüme uğradığı görülmektedir. Toprak üzerindeki mülkiyete ve topraktan üretilen zenginliğe el koymaya dayanan aristokrasi, yani toprak soyluluğu sanayi devrimiyle birlikte tasfiye olmuştur.
Batıda kentleşmenin ilk emarelerinin görülmeye başlandığı zirai devrimin gerçekleştiği dönemden farklı olarak Rönesans ve Reform hareketleriyle ivme kazanan ve Fransız Devrimi’nin egemen olduğu ortaçağda ise kentsel gelişim açısından önemli olarak görülebilecek yeni bir anlayış ortaya çıkmıştır. Örgütsel ve teknolojik imkânların sınırlı olmasına paralel olarak dini retorik gereği iç ve dış mekânların bütünleşik oluşu çok şekilli bir kent ortamının oluşumuna neden olmuştur. Ortaçağ kentinin en önemli özelliği kentlerdeki nüfus yoğunluğuna paralel olarak ekonomik faaliyetleri bünyesinde şekillendirmesidir. Özellikle kentsel mekânlar, tarımsal dinamiğin hala etkili olmasına bağlı olarak tüccar ve zanaatkârlara oldukça önem atfetmiştir.
Endüstri çağında görece daha iyi yaşam koşulları, bilimsel gelişmeler sayesinde bazı salgın hastalıkların ortadan kaldırılması gibi nedenlerle tarım toplumlarının aksine, ömür beklentisi yükselmiş, bebek ölümleri azalmış ve nüfus artışı daha önce görülmemiş bir biçimde artmıştır. Nüfus artışı tarım ürünlerine karşı şehirlerden gelen talebin artmasına ve hayat standardının yükselmesine, Nüfus ve tüketim mallarındaki artışlarla da asker ve idareci dışında yeni sınıfların doğmasına (zanaatkâr, sanatçı, eğitimci, din adamı vb.) neden olmuştur.
Tarımdaki büyük nüfus kaybı ve makinenin tarlaya girmesi, tarım alanında büyük bir dönüşüme yol açtı. Tarımda makine teknolojileri ve para ekonomisi benimsendikçe, karlılığı yüksek yeni üretim yöntemleri ortaya çıktı. Böylece tarım sektöründeki fazla nüfusun başka alanlara kaymasının ekonomik zemini hazırlanmış oldu. Kırsal alanda endüstriyel tarımın başlamasıyla toprakların hızla bütünleşmesi ve böylelikle makinelerin kullanıldığı büyük çiftlik tarımcılığının gelişmesi, kır nüfusunu büyük ölçüde topraksızlaştırdı. Tarım sektöründe görülen istihdam fazlalığı karşısında, sanayinin geliştiği kentlerdeki iş gücü ihtiyacı, geleneksel kentlerin hızla büyümesine, çarpık yapılaşmalara, varoşların ve gecekondulaşmanın ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Endüstri toplumlarında, hayvan ve insan gücü bir enerji kaynağı olarak tamamen tasfiye edilmiş, onların yerini fosil yakıtlar veya elektrik enerjisi kullanan makineler almış ve bu makinelere dayanan yeni bir teknoloji doğmuştur. Bilimsel devrimin ve yeni bilimsel buluşların desteklediği bu yeni teknoloji, yüksek bir bilgi düzeyi ve standartlaşmış bir iş gücü talep etmektedir. Bundan dolayıdır ki devletler ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünü temin etme meselesini temel hedefleri arasına koymuştur. Kent olanakları dâhilinde çeşitli nitelikler kazanarak bu yeni toplum düzeni içinde kendine yer bulanlar karşısında, şehir hayatına gelen vasıfsız tarım nüfusunun işçi sınıfına tabi olması doğal hale gelmiştir.
Tarımın insan davranışları ve insan toplulukları üzerindeki etkisi her devirde oldukça kuvvetli olmuştur. İnsanların en temelde besin ihtiyacını gidermeleri ilk tarımcılık hareketi olarak görülebilir. Zaman içerisinde gerek iklim tehdidi gerekse artan nüfusun ihtiyaçlarını temelden ve sürekli giderme zorunluluğu, ilk toplulukların oluşmasına ve insanların yerleşik hayata geçmesine neden olmuştur. Mükemmeliyetçi ve daha iyisini yapma arzusu, insanlığı önce beslenmede kullanılan bitki tohumunun ıslah edilerek evcilleştirilmesine, iş yapma kapasitesini arttıracak alet ve ekipman yapımı fikri ise insanlığı sanayi devrimine kadar ulaştırmıştır.
Nüfusun artışı ve buna bağlı olarak artan besin ihtiyacıyla yerleşik hayatı seçen toplumlar, insan ve toplum ilişkilerinde temel kuralların oluşmasına vesile olmuştur. Bu toplulukların oluşturdukları köyler ve kentler ile ilk sosyal sınıflar ve statülerle birlikte, zengin toprak sahipleri ve işçi sınıflarının oluşmasına neden olacak sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
Günümüzde sanayi toplumunun da ilerisine giderek bilgi toplumu düzeyine ulaşmış olsak ta, bu durum tarımsal ihtiyaçlarımızı sonlandırmak bir yana, giderek artan nüfus yapısıyla aslında tarımın her devirde hayatımızın bir parçası olacağı gerçeğini önümüze sermektedir. İçinde bulunduğumuz çağda hala milyonlarca insanın açlık tehdidiyle yaşaması, küresel ısınmanın da etkisiyle ilerde savaşların beslenme ihtiyaçları üzerine olacağı fikrini kuvvetlendirmiştir. Toplum liderleri ve güçlü devletler bu çağda stratejik gıda ihtiyaçlarını kendi üretme ve başka ülkelere sınırlı ve kontrollü düzeyde ithal etme konusunda stratejiler belirlemektedir. Gen teknolojisiyle birlikte tohumdan tohum elde etme yakın zamanda olanaksız hale gelecek olması ile birlikte devletlerin ve insanların gelecekte tarım ürünleri karşısında ciddi tehditlerle karşılaşması beklenen bir durumdur. Beslenme ihtiyacı karşılanmayan toplumlar, geçmişten günümüze coğrafi ve siyasi sonuçlar ortaya koymuşlardır.
İlk insan topluluklarında azla yetinme duygusunun karşılığında bolluk duygusu yer alırken, zaman içinde üretimini ihtiyaç seviyesinin üzerine çıkarması toplumsal tatminsizliğin de başlangıcı olmuştur. Sadece tüketim ihtiyacını karşılama duygusu, yerini modern çağda her koşulda daha fazla üretim duygusu almıştır. Bu noktadan itibaren insanın boş zamanı azalmaya, hayat amacı sadece tüketim olmaya başlamıştır. Nihayetinde Taş Devrinden günümüze zorunlu ihtiyaçlar hiç değişmezken bu ihtiyaçları karşılamak adına yapılan tüketim kalıpları çok değişmiştir. Bugünkü tüketim davranışının temelleri tarihsel süreçte yavaş yavaş atılmış ve günümüze kadar ulaşmıştır. Unutulmamalıdır ki günümüz insanının tüketim davranışlarının da gelecek nesilleri etkileyeceği muhakkaktır.